DOĞAN CÜCELOĞLU: ÖĞRETMENİM BİR BAKAR MISIN? KİTAP ANALİZİ

 


Kitabın adı: Öğretmenim bir bakar mısın?

Yazarı: Doğan CÜCELOĞLU

Yayın evi/Yayın yılı: Final yayınları/ EKİM 2018.

Sayfa sayısı: 208

Türü: Eğitim

KİTABIN ÖZETİ VE ANALİZİ 

200 sayfadan oluşan kitap, üç genel başlıktan oluşuyor: BAKIŞ, BİLGİ ve DEĞERLER. Bu üç genel başlık da kendi içinde alt başlıklara ayrılıyor. Böylece kitap; konular arasında dallanıp, budaklanıyor.

BAKIŞ genel başlığı altında; öğrenciye bakış, mesleğe bakış ve öğretmenin kendine bakışı ele alınıyor. BİLGİ genel başlığı altında; iletişim, tanıklık, ilişki ve dinleme hakkında (örnekler ışığında) bilgiler/tespitler sunuluyor. DEĞERLER genel başlığı altında; aslında kitapta bahsedilen öğrenci, öğretmen, yönetici, veli gibi insanların özüne inilerek; heybelerinde ne taşıdıkları, nasıl davrandıklarının ötesine geçilip varoluşlarına yansıyan bir takım değerlerden söz ediliyor. (BİR’in değeri, empati-halden anlama, güven, temizlik-sağlık, özdenetim, vatanseverlik vb. değerler. )

Kitap; yazarın okurlarından gelen mektuplar çerçevesinde gelişiyor. Bu mektuplarda okurlar, yaşamlarını derinden etkileyen öğretmenler ile anılarını anlatıyorlar.

Kitapta iki farklı yetiştirme kültüründen bahsediliyor: 1. DENETİM ODAKLI KORKU KÜLTÜRÜ (kısaca: Belli amaçlara hizmet edecek nitelikte insan yetiştirmeyi hedefleyen; bu amaç doğrultusunda otorite, makam,  mevki kavramlarını önemseyen ve insanı araç olarak gören, korku ve hiyerarşiden güç alan  kültür.), 2. GELİŞİM ODAKLI DEĞERLER KÜLTÜRÜ. (kısaca: insanı amaç olarak gören, BİR’in değerini-biricikliğini önemseyen; gücünü: sevgi anlayış, hoşgörü ve liyakatten alan kültür. )

Dolayısı ile kitapta yer alan insanlar ( yazarın deyimi ile ‘CAN’LAR J); çemberin en dış katmanından bakılarak, bahsedilen kültür kategorilerine göre sınıflandırılıyor: Denetim odaklı korku kültürü ile mi yetişmiş? Yoksa değerler odaklı gelişim kültü ile mi yetişmiş? Bu bakış açısı, bizi genel geçer mantığa uygun olan bir varsayımın kapısına ulaştırıyor: “Öğretmenin yaşamının anlamı, kendine özgü yaşam öyküsünde saklıdır.”( syf. 17) Yani bir nevi; öğretmenin nasıl yetiştiği, nasıl yetiştireceğinin yansımasıdır diyebiliriz.                                                                                                                                                                       

Evet. Bu kitap; öğretmenin gücü üzerine yazılmış bir kitap. Kitapta öğretmen ile öğrencinin göz göze geldiği an’a: “potansiyel gelişim alanı” ismi veriliyor (sayfa:27). Çünkü o an; öğretmen elindeki ‘özel anahtarı’ kullanma fırsatı buluyor. Ya bu anahtarı kullanarak öğrencinin zihnine, gönlüne ulaşabilme gücünü kullanıyor ya da bu anahtarı kullanarak öğrencinin zihin ve gönül kapısını kilitliyor; öğrenmesine, belki de hayatı ve insanları sevmesine ket vuruyor.                                           

Kitapta yer alan mektupların yarısından fazlası ilkokul anılarını konu ediniyor. Çünkü erken çocukluk döneminde okul ve öğretmen, çocuğun yaşamla olumlu ilişkiler sürdürebilmesi için bir mihenk taşı niteliği taşıyor. Bu yıllarda yaşanılan iyi ve kötü anılar, Erikson’un da PSİKOSOSYAL gelişim kuramında belirttiği gibi yaşamın diğer dönemleri için zemin oluşturuyor.

Kitapta Denetim odaklı korku kültüründen doğan, ‘kalıplayan eğitim’ e karşı; gelişim odaklı değerler kültüründen doğan, ‘geliştiren eğitim’ sunuluyor. Geliştiren eğitim çerçevesinde “insan, eğitimin hizmetinde değil; eğitim, insanın hizmetinde olmalıdır.” (sayfa: 36) olgusu vurgulanıyor.

Değişik görüşleri tartışırken, merak ettiği konuları sorabilen insanlardan oluşan bir toplumla; merak ettiği konuları soramayan insanlardan oluşan toplum arasındaki farka baktığımızda elbette karşımıza yine eğitilme tarzı çıkıyor. ( kalıplayan eğitim anlayışı ile mi yetişmiş & geliştiren eğitim anlayışı ile mi yetişmiş?)

Kitapta en çok hoşuma giden cümlelerden bir tanesi: “YAŞAM EKİP İŞİDİR” (78). Ekip; BEN’ in içinde yer aldığı BİZ’ i oluşturuyor. Dolayısı ile ekibin tamam olabilmesi için BEN’ den başlayıp BİZ’ e doğru ilerlemek gerekiyor. Kitapta ‘öğretmenlik yapmak ve öğretmen olmak kavramları ayrıştırılıyor. Öğretmenlik yapmak; iş, maaş, mesai gibi kalıpları yansıtırken öğretmen olmak; potansiyel gelişim alanını, liyakati, sevgiyi, hoşgörü ve daha nice kelimeyi yansıtıyor. Öğretmen olmak; kendini tanımak, kendiyle barışık olmak,  eleştiriye açık olmak ve en önemlisi: niyetini keşfetmek ile başlıyor. (niyetini keşfetmek: insanın hayatta istediği pek çok şey arasından en çok istediği şeye karar vermesi olarak tanımlanabilir.) Daha sonra mesleğinin niyetinin saflığını keşfetmekle anlamlanıyor. Öğretmenin bu anlamlandırma süreci beraberinde; 3N (öncelikle Neyi öğreteceği, Nasıl öğreteceği ve Niçin öğretmen olduğu) sorularına cevap bulmasıyla süregeliyor(sayfa: 48). Niyetinin saflığını keşfeden öğretmenden; sınıfa girdiğinde öğrenci kimliğinin arkasındaki İNSANI keşfetmesinin yanı sıra, öğrencinin davranışlarının ötesine geçerek öğrenme hevesine, gayretine önem vermesi bekleniyor. (sayfa 81’ de yer alan mektupta öğrencinin gayretine önem veren öğretmenin bıraktığı izden bahsediliyor. ) çünkü: niyetinin saflığını keşfeden öğretmen gücünü korku aküsünden değil sevgi aküsünden alıyor.

İnsanı araç olarak gören sonuç odaklı eğitimde BEN’ in önemi ve biricikliği az değer görürken; insanı AMAÇ olarak gören süreç odaklı eğitimde BEN’ in değeri ve biricikliğinin farkındalığı önem arz ediyor.

Yazar; sayfa 132’ de Türkiye’ deki çocukların kabusu olmuş ve hala sürdüre-geldiğimiz milli adetimiz  olan ‘kıyaslama’  konusuna değiniyor. Kıyaslamanın hiçbir eğitici tarafının olmadığını belirtirken “insan ancak kendisiyle kıyaslanmalıdır. Diğer tüm kıyaslamalar zehirleyicidir.” Sözleriyle kıyaslamanın insan psikolojisindeki zedeleyici yönünü ifade ediyor. Ayrıca 132. Sayfada yer alan mektupta bir öğretmenin çocukluk yıllarında ablasıyla kıyaslandığı için kendini önemsiz görme sürecini anlatırken, mektubun sonunda da “ şu an öğrencilerimi hep takdir edip yüreklendiriyorum çünkü hepsinde kendi çocukluğumu görüyorum” ifadesi ile aslında kendi yarasından, öğrencileri için merhem çıkardığını gösteriyor.

Kitabı okurken kaliteli öğretmenlik ve kaliteli yaşam adına çok şey fark ettim. Bunlardan bir tanesi de yazarın 3. Kısımda değerler konusunda bir değer olarak bahsettiği ‘geçmiş, gelecek ve şimdi-burada dengesini kurmak’ başlığı oldu (sayfa: 148). Evet, insanın geçmişte ne yaşadığı önemlidir. Çünkü şuan heybesinde ne taşıdığını doğrudan etkiler. Ama geçmişten yaşam ve insanlık adına dersler çıkarmak gerekir, geçmişe takılıp kalmak sağlıklı değildir. Sürekli geleceği düşünmekte hayalperestlik olur. O halde ne geçmişi silmek gerekiyor aslında, ne de gelece kilitlenmek. Asıl mesele: geçmişle gelecek arasında denge kurup; şimdi-burada yaşamın değerini bilmek. Öğretmenin, bu farkındalığı öğrenciye aşılaması, öğrenci olan insanın kendini sınıfta ve aslen ‘hayatta’  var hissetmesine katkı sağlayacaktır.

Maalesef kitaptaki mektupların %70’ i olumsuz iz bırakan ve içimizi acıtan anılardan oluşurken, %30’ u olumlu iz bırakan öğretmenlerden ve anılardan oluşuyor. Elbette eğitimde yavaş yavaş gerçekleşen bir dönüşüm söz konusu. Bu anlamda zihniyetten doğan kalıpların değişmesi için zaman ve uygun şartların mevcut olması gerekiyor. Ne mutlu bize ki ‘öğretmenlik yapmak’ kavramı yerini ağır ağır ‘öğretmen olmak’ kavramına bırakıyor. Bu bağlamda gelişen-geliştiren öğretmenler önemseniyor ve artık ‘geliştiren öğretmenler’ in çoğalması için eğitimler veriliyor.

Son olarak kitapta yazarın, kötü anılara sebep olan öğretmenlerin hiçbirinin niyetini kötü olarak görmediğini ifade etmesi ve kötü yorum yapmamasını; ben tecrübelerinin yanı sıra kalbinin güzelliği ile de ilişkili buluyorum. Bir söyleşisinde Doğan CÜCELOĞLU’ dan işittiğim bir söz ile özetimi sonlandırmak istiyorum.

“ Öfkenin olduğu yerde anlama barınamaz, anlamanın olduğu yerde öfke beslenemez.” J

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HALİDE NUSRET ZORLUTUNA: BENİM KÜÇÜK DOSTLARIM KİTAP ANALİZİ

OKUL ÖNCESİ GENİŞ- DAR KAVRAMI ETKİNLİK PLANI

Anaokulu tanışma etkinliği / İlk hafta etkinliği